Kronik Kayboluş Güncesi
- Melih Ş. Özgür

- 7 Ağu
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 13 Ağu
Kronik Kayboluş Güncesi
Yazmak saf keyif ancak edebî kısım disiplin istiyor ve ben o disiplinde sık sık tökezleyip yeniden başlıyorum.
Yıllardır bir şeyler karalayıp duruyorum ben. Çoğu zaman öylesine bazen de sanki gerçekten bir anlamı varmış gibi… Kimi günler kendimden bile sıkılıyorum; hani şu klasik “yok olup gitme” isteği var ya, işte ondan. O anlarda ne üretmiş ne biriktirmişsem hepsine savaş açıp ortadan kaldırmak gibi tuhaf bir refleksim var.
İnternette yıllardır görüştüğüm arkadaşlarım var. Evet, hâlâ görüşenlerdenim; türüm henüz tükenmedi. Onlar iyi bilirler: Kaç hesabı, kaç ismi, kaç “ben”i bir gecede ortadan kaldırmışımdır. Bir bakmışsın yokum, sonra başka bir hesapla yeniden peyda olmuşum. Sanki bir çeşit kronik kayboluş sendromu; kaybolmak bir meziyet. Ben ustayım.
Her seferinde “Bu son!” diyorum, olmuyor. Arada geri dönüp sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorum. Yok olmak sandığım kadar radikal bir şey değil aslında. “İnsan nereye gitse kendini yanında taşıyor” klişesinden muzdaribim. İşte bu yüzden Kronik Kayboluş denilen mesele tam olarak burada başlıyor.
İnsan sanal âlemde bir tıkla yok olabiliyor da gerçek yaşantısında bu pek mümkün olmuyor. Yaşamdan kendimi bir tıkla silemesem de ölü taklidi yapabiliyorum en azından. Hiçbir telefona dönmemek, evden dışarı çıkmamak, kimseyle görüşmemek gibi meziyetlerim de var. Sonra bir şekilde her şey yoluna giriyor. Bir bakmışım hayatın olağan akışında yüzüyorum.
Bu gelgitlerin elbette sebepleri var. Kimin sebebi yok ki? Yaşanan hayatlar belki birbirinden çok farklı ancak aynı olan tek şey bizdeki duygusal yansıması. Aynı şeyleri yaşamadan aynı duyguyu aynı anda kaç kez yaşadık, kim bilir? Hepsinin ortak noktası da en çok yaşanan kayıplar değil mi?
Mecazi ya da hakiki anlamda kayıp… Onun da ortak noktası aynı duyguda birleşiyor. Kimi evladını, kimi evini barkını kaybediyor; kimi akıl sağlığını, kimi bedensel gücünü. Kimi çok sevdiği insandan bir hiç uğruna kopmak zorunda kalıyor. Kimi çok sevdiği bir eşyasını bulamadığı için bile yas tutuyor. Aradan yıllar geçiyor, değişmeyen şey yine aynı duygu. Anılar canlandıkça o anın ağırlığı yeniden yükleniyor. Hayat böyle bir döngü ve dengede akıp gidiyor.
Kronik Kayboluş’ta tüm bu kayıplara yer vermeye çalıştım. Minik hikâyeler yazdım; biraz kendimden, biraz etrafımda yaşananlardan, biraz da hayal gücümden.
İlk bölüm biraz daha dışa dönük psikolojik çözümlemeydi. İkinci kısımsa insanın ruhen tamamen çıplak olduğu içsel kaosu. Yazarken en zorlandığım kısım buydu. Çünkü kendime ruhen soyunup yüzleşmem gerekiyordu ve o an hissettiklerimi anlatmaya yeterli kelime bulamıyordum.
Kitabın ilk sayfalarında kendimden bahsederken parçalı anlatımıma vurgu yapmıştım. Parçalanmış hayatlar misali, her duyguyu parça parça işlemek istedim. Parçalı olan yalnızca duygular değildi; her hikâye de oldukça parçalıydı. Çoğunun nerede başladığı belli değildi. Çoğunun sonu yokmuş gibi havada asılıydı. Tıpkı hayatın kendisi gibi.
Belki de bütün bu parçalanmışlık, kayboluşun kendisinden daha gerçek. Her hikâyenin ucu açık, her duygu tamamlanmamış; zaten hayat dediğimiz şey de bundan ibaret. Kapanmamış parantezlerle, bitmeyen cümlelerle, hep bir şeylerin eksik ve havada kaldığı o tuhaf hâl.
Anlatacaklarım elbette burada bitmiyor. Devamı var; başka başlıklarda, başka kayboluşlarda tekrar buluşacağız.
Melih Ş. Özgür
Yorumlar