Bir Mobbing Davası
- Melih Ş. Özgür

- 18 Eyl
- 3 dakikada okunur
Bir Mobbing Davası
Bipolar Altında Hikâyeler – Opia’dan beni en derinden etkileyen hikâyelerden biri Bir Mobbing Davası. Herkesin başına gelebilecek kadar sıradan ama çoğumuzun konuşmaya bile cesaret edemeyeceği kadar karmaşık bir hikâye bu. Bugün size ondan bahsedeceğim.
Yağmur sahnesiyle başlayan bir kadın var orada. Dışarıdan bakınca sıradan bir gün gibi görünüyor; içerideyse o meşhur taşma ânı yaşanıyor. Bir haftalık sessizliğin ardından gönderilen tek bir e-posta, tüm dengeleri değiştiriyor.
“Bazen edepsizlik, insanın elinde kalan son savunmadır.”
— Zeynep Melda Güler / Bipolar Altında Hikâyeler – Bir Mobbing Davası
Bu yazıyı bir alıntı paylaşımına çevirmeyeceğim ve elbette hikâyeyi baştan sona anlatmak gibi bir niyetim yok. Mobbingin “görünmez ama ilik donduran” tarafını, gündelik cümleler ve küçük jestler üzerinden oldukça güçlü biçimde aktaran bu hikâyeye dair kendi çıkarımlarımı paylaşmak istiyorum.
İşinize tutkuyla bağlısınız. Alanınızda başarılısınız. Buna rağmen, iş arkadaşlarınız ya da yöneticiniz tarafından çeşitli sebeplerle zamanla psikolojik baskıya uğruyorsunuz. Kırılma ânı tam bu noktada başlıyor.
Bir zamanlar keyifle yaptığınız meslek, artık yük hâline geliyor. Sabahları isteyerek gittiğiniz iş yeriniz, gitgide kâbusa dönüşüyor. Süreç ilerledikçe, sorunu sürekli kendinizde aramaya başlıyorsunuz.
Güler’in şu satırları, bu ruh hâlini açıkça özetliyor:
"Etik mi, entrika mı, yoksa delilik mi yaşadım ben bugün?”
"Akıl, hak, etik değerler, sınır…”
Bu hikâye yalnızca bir iş yerindeki mobbing olayını değil, bu durumun çok daha derininde yatan kültürel kodlarını da sorguluyor. Üzerimize sessizce çöken bir kavram var: “Uygunluk.” Ne olduğu belli olmayan bir ölçü sistemi. Kimin aynasına göre uygunluk, hangi değerlere göre… bilinmiyor. İş performansının konuşulması gerekirken saç şekline, giyime, makyaja dair yorumlar gündeme geliyor. Yeterliliğin yerini imaj alıyor. Kurum kültürü adı altında dayatılan bu görünmeyen denetim, aslında bir tür beden ve kimlik iz sürücülüğü.
İnsanlar işini iyi yaptığı hâlde görünmez hâle geliyor. Görünmeyen her şey de kolayca çarpıtılıyor. “Edep” ve “ciddiyet” gibi sözcükler, güç sahiplerinin elinde birer oyuncak gibi kullanılıyor. Kurala dönüşen muğlaklıklar aracılığıyla insanları ezmek ise oldukça kolay. Bu sadece cinsiyet meselesi olarak kalmıyor; hikâyede sınıf, aksan, memleket, yaş, hatta makyaj tonu gibi birçok faktör aynı terazide tartılıyor. Biz buna “profesyonellik” diyoruz ve bu kavramın içini neyle doldurduğumuzu sorgulamadan yaşamaya devam ediyoruz.
Bir de seyirci meselesi var. Her iş yerinde, sessizce izleyen bir grup vardır. Kimse alkışlamaz, kimse yuhalamaz. Herkes sadece izler. “Bystander etkisi” başlar. Sessizlik çoğu zaman bir tercih gibi görünür. Oysa en sinsi mekanizmalardan biridir. “Ben karışmıyorum” demek, çoğu zaman “böyle kalsın” anlamına gelir: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.”
Hikâyedeki dava sürecinde Avukat karakterinin tuttuğu bir not, durumu net bir şekilde özetliyor:
“Şirket çıkarlarına zarar vermeyen, sorun yaratmayan ve mevcut düzende işleyen davranışlar ‘etik’ kabul edilir.”
Dipnot: Bu Avukat, savunacağı kurumun çalışanlarını tek tek dinliyor ama her görüşme yeni bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. Aldığı notları okurken zaman zaman kahkahalarla gülecek, zaman zaman üzerine uzunca düşüneceksiniz.
Hiç kimse mobbing yaptığını kabul etmez. Çünkü bu kelime, “kurumsal itibar”ın arkasında yankılanan bir suçlamadır. Oysa biri sustuğunda, diğeri gülümsediğinde, üçüncüsü odadan çıktığında başlar asıl mesele. Bazen kimse sesini yükseltmez; fakat herkes aynı anda sırtını döner.
Görünmez kuralların belirlediği bu düzen, yazılı olmayan ama herkesin gayet iyi bildiği bir protokolle işler: Hangi gün sessiz kalınacağı, hangi saat gülümsemenin makbul olduğu, hangi topuzun fazla, hangi lensin “doğru” sayıldığı önceden bellidir. Herkes bilir. Çünkü herkes bir gün ya tanık olmuştur, ya da hedef.
Bu hikâye, sadece bir kadının değil; susturulan binlercesinin sesi. Çünkü bazı hikâyeler mahkeme salonlarında başlamaz. Kimi zaman sessizliktir ilk tanık ve bazı davalar yalnızca adalet aramaz. Haysiyetin geri kazanıldığı yerdir aynı zamanda.
Hem güldüğüm hem utandığım bir anlatıydı. Fazlasıyla tanıdık. Suskunluklar, tereddütler, “belki fazla hassas davranıyorum” düşüncesi... Bu sistemin dışında kalabilen neredeyse yok. O küçük seyirci grubu ise her zaman orada. Alkışlayan yok. Yuhalayan da. Herkes yalnızca bakıyor. Yelda’nın sesi ise yalnızca kendisine değil; susturulmuş herkese ses oluyor.
Kitapta yer alan diğer hikâyeler de en az bu dava kadar sarsıcı. Her biri güçlü bir dille kaleme alınmış; yer yer ince bir ironiyle, yer yer sert bir gerçekle sistemin ve toplumun çürüyen yapılarına ayna tutuyor. “Bipolar Altında Hikâyeler – Opia”, okurunu konfor alanından çıkarmayı başaran, düşündüren, yer yer içini sızlatan anlatılarla dolu. Etkiliyor, zihninize kazınıyor. Bu yönüyle, edebiyatla gerçekliğin kesiştiği noktada durup insanın karanlık taraflarına ışık tutan çok katmanlı bir eser olduğunu söylemek mümkün.
Kitabı genel olarak çok beğenmiş olsam da, üç hikâye var ki zihnimde ayrı bir yer edindi; üzerine düşünmeye, yazmaya devam etmek istiyorum. Başka bir başlık altında yeniden buluşuruz.
Bipolar Altında Hikâyeler – Opia’da beni çarpan üç hikâye:
Giray Ne Yaptı?
Romantik Sözlere Cevap Veren Adam
Ben de Sizi Okuyorum.
Melih Ş. Özgür
🔗 Zeynep Melda Güler’i merak edenler için link bırakıyorum.

Sayın 'Nightcall,
Hikâye incelemiz için teşekkür ederim. Sizin mobbing konusunda söyledieriniz kitabın ruhunu tamamlıyor ve ne yazık ki susanlar var ve susanlar da zorbalık yapanlar kadar suçludur.
Saygılarımla,
Kitabı okuma arzusu oluşturan bir yazı olduğu herkesçe aşikardır da bir kitaptan bahsederken kullanılan bu cümlelerle "o neydi gız" arasındaki vizyon farkını da çerçeveletip asmanın gerektiğini de hissettirmiş oldu. Seçtim geçti. Zeynep Melda Güler'in kalemine sağlık. En kısa zamanda okuyacağım.